24 Mart 2006
Merhaba Arkadaşlar,
Sayın Abdülkadir Anaç’ın son iki
iletisini dikkatle okudum. Bunlardan ilki, KPS ile ilgili olsa da, altında
benim bu iletişim grubuna yolladığım ileti göründüğünden biraz şaşırdım. Ancak,
yanıtlarken bir karışıklık da yasanmış olabileceğini düşünerek, verilen
bilgileri okudum ve bu konuda yazmayı da duşundum. Ne ki, o an fırsat
bulamadım. Ben listeye yeni katıldığım için daha önce KPS ile ilgili yapılan
tartışmayı bilmiyorum. Bununla birlikte Sayın Anaç’ın iletisini okuduğumda yine
bazı soru işaretleri olutsu kafamda. Ancak bugün de gördüm ki, Sayın Anaç
yazılanlara fena halde alınmış ve listeden ayrılma kararı almış. Düşüncelerimi
özetleyerek, söz konusu iki iletide yer alan açıklamalara dayanarak soracağım
soruları iletmek istedim. Sn. Anaç’ın da bu soruları yanıtlamasını rica
ediyorum kendisinden. Daha önce kendisinin yönetmeliğe ilişkin açıklamaları Körler
Haber Gruplarına da yansımış ve ben de orada görüşlerimi yazmıştım. Daha sonra
bu iletileri Sayın Anaç’ın iletişim adresine de gönderdim ve yanıt da bekledim.
Kendisi soruları yanıtlayacağını yazmıştı. Ancak yanıt gelmedi. Bir kez daha
toparlayarak ve son konuları da içine alan bu iletiyi yazmak istedim.
Öncelikle, Sayın Anaç, sizin
savunduğunuz tezle, yönetmeliğin nüfus cüzdanlarına ilişkin bölümüne karsı
çıkanların tezi çatışıyor. Bunun nedeni o tezlerin arkasındaki felsefedir
kanımca. Ortaya çıkan/somutlaşan uygulamalardan tutunda kullanılan jargona kadar
hepsi bu anlayışların somut olarak dışa vurucundan başka bir şey değildir.
Sizin savunduğunuz tez, Türkiye’de devlet aygıtına egemen olan anlayışı ortaya
koyuyor. Bu anlayışta, -sizin kullandığınız jargonu kullanarak yazacağım-
"biz özürlülere faydamız olsun diye bu uygulamaya gidiyoruz. Onların
iyiliği için çalışıyoruz. Ama onlar hiçbir şeyden memnun olmuyorlar. Çözümleri
de yok sadece konuşuyorlar. Böylece de nankörlük etmiş oluyorlar." Böyle
bir anlayışın çağdaş bir düzlemde ömrü çok kısadır. Neden mi? Nedeni su: Sizin
savunduğunuz tezin ortaya koyduğu sistem, sakatlara ilişkin yapılan her şeyi
kendisinin birer lütfü, iyiliği olarak algılıyor da ondan. Bu son yazdıklarımı
okurken belki de, "iyi de canim bunun ne sakıncası var?" diye soracaksınız.
Çok sakıncası var.
Basta, bireye sunulan hizmetlerin
zaten en temelde onun hakki olduğu gerçeğini yadsımış oluyor bu anlayış. Tam da
bu noktada, sunulan hizmetlerin azalması, ortadan kalkması veya yönteminin
değişmesi durumunda kişinin gösterdiği tepkiler, yukarıda açıkladığım tezi
savunanları çileden çıkarıyor: "Nankörler! Bunlara iyilik yaramaz!"
mealinde sözler söyleniyor. Siyasiler secim propagandalarında ve fırsatını
buldukları her zaman, her yerde: "biz özürlüler için bunu yaptık, sunu sağladık"
diyorlar. Neden? Çünkü onlar bunu kendi nimetleri olarak görüyorlar, bu nedenle
de karsılarındaki bireylerin de onlara minnet etmesini bekliyorlar. Ne zaman bu
anlayış değişir, "ben bu hizmetleri zaten bu kişinin hakki olduğu için
sunuyorum, ben bunun için buradayım. Olması gerekeni gerçekleştiriyorum"
denirse, o zaman bu tartışmalar biter. Biter çünkü o gün geldiğinde sizler
sakatlara kulak vererek, gerekli olan hizmetleri sunarsınız. Böylece, "bu
nankörler hiçbir şeyden memnun olmuyorlar, yapılanları da bilmeden karsı
çıkıyorlar" düşüncesinin de doğru olmadığını anlamış olursunuz.
İkinci önemli nokta, çözüm
üretmediğimizi soyluyorsunuz. Lütfen iletileri, önyargılarınızı yanınıza
almadan, yeniden okur musunuz? O iletilerde turlu görüşler yer almış. "ÇÖZÜM"
diye at nalı gibi kocaman harflerle yazılması mı gerekir dikkate alınması için
sizce? Eğer öyleyse, buyurun size bir ÇÖZÜM ÖNERİSİ: "Özürlü Kimlik
Kartı”nın geçerliliği yaygınlaştırılsın, gereken her yerde gösterilsin ve bu
özürlüyü kanıtlayan bir belge olarak kabul edilsin. Bir başka eleştiri
gerekçem: su anda yönetmeliğin getirdiği uygulamaya göre çok daha yerinde
olduğu halde, simdi daha önce sizin çalışmakta olduğunuz kurumun verdiği
"Özürlü Kimlik Kartları" çoktan gözden çıkarılmış, "tu-kaka"
edilmiş. Gördüğüm kadarıyla, her iletinizde de bu kartların ne kadar ise
yaramaz olduğunu anlatmaya çalışıyorsunuz. Kendimi eski elbisesi atılırken
ağladığı için büyüklerin onu, "bak ben sana daha güzelini alacağım, hem
bak burada da bir elbisen var ne kadar da cici! Atılan eskimiş artik."
diye kandırılmaya çalışılan bir çocuk gibi hissettim. Sözgelimi, THY'de geçerli
olmadığını ileri sürmüşsünüz. Yanılıyorsunuz çünkü geçerli. Yurtdışında eğitim
deneyimim olduğundan, her bilet almam gündeme geldiğinde bazı arkadaşlarım,
"Selen, özürlü kimlik kartın olsa da indirimli alsan" diyorlardı.
Bunu söyleyenler de sakat arkadaşlarımdı ve konuyu bilen insanlardı. -kendileri
de bu kartı kullandıkları için.
Üçüncü olarak, hem nüfus cüzdanına
özürlü kaydının düşürülmesinin tamamen kişinin isteğine bağlı olduğunu
belirtiyorsunuz ve özürlü kimlik kartı sahiplerinin bu kartı kullanmaya devam
edebileceklerini de ekliyorsunuz. Hem de bu kişilerin de nüfus cüzdanlarında
değişiklik yaptırabileceğini anlatıyorsunuz. Özürlü kimlik kartı geçerliliğini
bu yönetmeliğe karşın koruyacaksa, neden işlemlerin hiç de kolay yapılmadığı
ülkemizde gidip bir de böyle bir değişiklik yapsın? Özürlülüğüne duyulan inancı
pekiştirmek için mi? Daha önceki iletimde de yazmıştım ve yineliyorum,
"isteğe bağlı" görünse de insanlar bir sure sonra 6 ayda bir rapor
almaktan bunaldıklarında, -özürlü kimlik kartı olmayanları için soyluyorum- hiç
de istemeseler de nüfus cüzdanlarına "özürlüdür" ifadesini koydurmak
zorunda kalacaklardır. Böyle bir durumda "İSTEĞE BAĞLI" olmaktan söz
edilemez. Eğer ediliyorsa da bunun açıklamasını ben sizden beklerim. Hani
isteğe bağlılık burada? Sanırım mumla arayacağız.
Yargıya müdahale konusuna gelince, ne
yalan söyleyeyim bu ilkenin son zamanlarda hükümet de dahil bazı çevrelerce
kötüye kullanıldığını düşünüyorum. Bunun örneklerini verebilirim, ama yeri de
değil. Zaman almak da istemiyorum çünkü konumuzla doğrudan ilgisi yok. Yargıya
müdahalenin anlamı üzerinde de birkaç şey söylemek istiyorum. Bir gazetenin,
TV'nin, radyonun görülmekte olan bir dava hakkında, davayı etkilemek amacıyla
yaptığı yayınlar yargıya müdahale olarak değerlendirilebilir. Yazının
niteliğine bakmak gerekir. Başka deyişle, bu durumda da ezbere konuşamayız.
Ancak, davaya konu olan uygulama hakkında kişilerin düşüncelerini açıklaması
yargıya müdahale kapsamına girmez. Eğer gireceğini düşünüyorsak, o zaman ifade
özgürlüğü şapkasını kaptığı gibi gider. Ha "giderse gitsin, umurumuzda
değil" diyorsanız o başka. Öte yandan, bu uygulamadan etkilenecek
insanların tepkisini dile getirmesi neden rahatsızlık yaratıyor? Bence bu
yargıya müdahaleden çok, Özürlüler İdaresi’nin ürettiği bu projenin
hazırlanırken düşünüldüğü gibi uygulanamamasından, beklemediği bir tepkiyi
almasından ileri geliyor. Özetle, isler tıkırında gitmiyor!
Besinci olarak, değişmeyen gerekçe: Bu
uygulamanın İSTEĞE BAĞLI olusu. Peki, tepki gösterenlerin, bu tepkiyi en somut
ve köktenci bicimde dile getirerek dava açanların gerekçesi ne: ÖZEL YASAMIN
GİZLİLİĞİ İLKESİNİN İHLALİ. SAĞLAM BİREYLERLE SAKATLAR ARASINDA AYRIMCILIK
YARATACAĞI KAYGISI. ÖZÜRLÜLÜK DURUMUNUN KANITLANMASININ GEREKMEDİĞİ DURUMLARDA
BU BİLGİ DOLAYISIYLA KENDİLERİNE AYRIMCILIK YAPILACAĞI KAYGISI. SAKATLIĞI GİZLİ
OLAN -İLK BAKIŞTA ANLAŞILAMAYAN- KİŞİLERİN YAŞAYABİLECEĞİ SORUNLAR. DURUMLARI
HAKKINDA BİLGİ VERMEK ZORUNDA OLMADIKLARI HALDE AÇIKLAMA YAPMAK ZORUNA
KALABİLECEKLERİ. EN ÖNEMLİSİ DE KİŞİLER ARASINDA YARATACAĞI AYRIM DOLAYISIYLA
ONUR KIRICI OLMASI.
Özetle, Sayın Anaç, siz sadece kendi
tezinizi ortaya koyup, bu konuda tepki gösterenlerin, neden bu tepkiyi
gösterdikleriyle ilgilenmiyorsunuz. "yönetmeliğin amacını
bilmiyorsunuz" diyerek isin içinden çıkıyorsunuz. Dava dilekçesini,
yazılan tepkileri bürokrat kimliğinizden sıyrılarak bağımsız bir bicimde
okumaya çalışsanız belki daha iyi anlarsınız. Ayrıca, "yargıya
müdahale" diyorsunuz ama yürürlüğe konan yönetmeliğin evrensel insan
haklarını ihlal ettiğini biliyor musunuz? Hukuka saygı sadece, verilen yargı
kararlarına uymakla, "yargıya müdahale etmeyin" demekle olur mu
sizce? Size son yıllarda insan haklarına yeni yerleşmeye başlayan bir başka
haktan da söz etmek istiyorum. Kişilerin, ayrımcılıktan uzak olma, haklarını
ayrımcılık yasamaksızın kullanma HAKLARI var. Son olarak, aktardığınız diyaloga
verdiğiniz yanıt da üzerinde daha çok düşünülmesi gereken bir konu bence. Eğer
nüfus cüzdanına sözü gecen bilgi eklenirse, sakatların iki kimlik taşımaktan
kurtulacaklarını söylemişsiniz. Çok genellemeyelim bence, çünkü nüfus
cüzdanının kaybı durumunda yeniden çıkarılmasının ne kadar güç olduğunu
biliyoruz. Nüfus cüzdanını sürekli yanında taşımayan insanlar da var. Hem,
sakatlığı belgelemek için özürlü kimlik kartını taşımaktan rahatsız olmayan
insanlar da var. Bu arada, KPS'de sakatlara pozitif ayrımcılık yapılmadığını
söylemişsiniz. Bunu da anlamadım. Sizce yapılmalı mı? Ya da diğer sınavlarda
yapılıyor da bunda mı yapılmıyor sizce? Hem o sınavlarda kim olumlu ayrımcılık
bekliyor ki? Olumlu ayrımcılık yerine, eşitliği güçlendirici uygulamalar olsa
daha iyi olmaz mı hem?
Sevgiyle, Selen