3 Ocak 2006
Kral Çıplak
Fermanlar verildi
Perdeler gerildi
Halılar serildi
Dediler kral bugün görünecek
Dediler gören herkes sevinecek
Haberler salındı
Tedbirler alındı
Davullar çalındı
Dediler kral bugün görünecek
Dediler gören herkes sevinecek
Anne bak kral çıplak...
Kral çıplak göründü
Saray dehşete büründü
Ağlar gibi gülündü
Dediler kral meğer çıplakmış
Dediler tören değil tuzakmış
Hikâye tutmadı
Ahali yutmadı
Çocuklar kutlandı
Dediler kral meğer çıplakmış
Dediler tören değil tuzakmış
Söz - Müzik: Sedat SARICI
Seslendiren: Haluk LEVENT
Kral Gerçekten Çırılçıplak
Ezenler-ezilenler diyalektiği, zaman
zaman yanlış algılamalara hedef olsa da evrenin mayasında bulunmaktadır ve
gerçekliği deyimleşmektedir. Hatta tarihin bunların öyküsünü bilimsel olarak
ele alan bir alan olduğunu söylemek iddialı bir söylem değildir.
Tarih boyunca, güçlü olan kesim,
elindeki kirli iktidar değneğini, güçsüz bulduğu kesime karşı bir
korkutma/sindirme aracı olarak kullanmıştır. İste bu tablo ezen ve ezilen
kavramını yaratmıştır.
Ezenler, kendi iktidarlarının
sarsılmaması adına, karsılarına aldıkları kitleleri sahip oldukları güçle
tehdit etmiş, “iki yakan benim elimde, hele bir ağzını aç, bak o zaman neler
oluyor” dercesine kendisini eleştirilmesini, yaptıklarına tepki göstermesini
engellemiştir.
Ezenler ve ezilenler arasında fiziksel
açıdan ayrık olan durumlar bulunabilir ama temelde yatan bir gerçek vardır ki o
da: “iki tarafı da insanlar” oluşturmaktadır. Örneğin, erkek-egemen toplumda,
kadın ezilenleri deyimlerken, işveren-isçi ikileminde, ezilen sınıf isçilerdir.
Örnekleri çoğaltabiliriz. Beyazlar karsısında, siyahlar; sağlamlar karsısında
da, sakatlar ezilenleri oluşturan gruplardır. Dünya nüfusunu düşünürsek, bazı
ezilen grupların sayısal bakımdan “azınlık” özelliği taşıması da ezenleri
rahatlatan bir unsurdur. Bugün 6,5 milyara ulasan dünyada, sakatların 600-650
milyona ulasan nüfusları da bu tezi destekler nitelikte olsa gerek. Kadın-erkek
nüfusunda durum böyle değildir ama bu kez biyolojik açıdan erkeğin daha güçlü
olması söz konusudur ve ezilme durumu da buradan ortaya çıkar. Erkek, kadının
toplumda kendisiyle eşit olmasını engellemeye çalışır, onu iktidarı için bir
engel olarak görür. Bu yüzden o, evde oturup yemek pişirmeli ve çocuk
bakmalıdır. Bunun yanında, dişi olmasının gerektirdiği “görev”leri de vardır.
Kamusal alana etkin katılmak istediğinde, “ya çocuklar?” ya da “sen kendini
yormasan, ben zaten çalışıyorum.”; “erkek çalışır, kadın değil”; “yuvayı dişi
kus yapar, eğer böyle olmazsa rollerin değişmesi gerekir” gibi sözler işitir.
Tam bu noktada, ezilenlerin özellikleri değişse de, ortak özellikleri
“ezilenler” grubunu oluşturmaları, başka deyişle, ayni kaderi paylaşmalarıdır.
İste bu nedenle, güçlülerin iktidarını sürdürmeleri açısından bir tehdit
oluşturmaktadırlar. Bu durum için Konfüçyüs’ün su sözleri de anımsanabilir: “Senin
iktidarın saygı görmüyorsa, başka bir iktidar yoldadır.” İşte bu yüzden, o
“başka iktidarın yolda olması” kaygısı, güçlü kesimi korkutmakta ve dizginleri
kaçırmamak için bazen akil almaz uygulamalara başvurmasına da neden olmaktadır.
Aslına bakarsanız, iktidarının saygı görmemesi gibi bir durum söz konusu olmasa
da, “ya dizginleri kaçırırsam” kaygısı sürekli yaşanır. Bu nedenle, “otoritemi
azaltmamalıyım, benden korkmalı ki sesini çıkarmamalı” diye düşünmektedir bu
iktidar sahipleri. Eşitlik ise, adaletli bir düzenin kavramı olduğundan, bu
kavram olsa olsa onun gücünün sınırlanması anlamına gelir ki, bu o iktidar
sahipleri için tam bir felakettir.
Ne yazık ki, günümüz dünyası bu ikilem
üzerinde, özellikle ezenlerin istediği gibi hareket etmesini sağlayacak bicimde
yapılandırılmış, her gecen gün bu yapı daha da güçlendirilmiştir. İste bu
sistem, “kapitalizm”den başka bir şey değildir. Kapitalist sistem öyle
kaygılıdır ki, iktidarın siyasal alanda da sınırlanmaması için kitleleri
depolitize etmektedir. Bu durum 12 Eylül Darbesi için de geçerlidir.
Uygulamalarına donup baktığımızda, bu depolitizasyon surecini tüm çıplaklığıyla
görebiliriz. –görmek istemezsek o ayrı tabii-
Yazımın baslığına da esin kaynağı olan
şarki, aslında kralın çırılçıplak olduğunu çok güzel bir dille ortaya
koymaktadır. Ancak, kral güçlü olanın simgesi olduğundan, başka bir anlatımla
ceberut bir örgütlenmenin tepesinde bulunduğundan, susturulmuş kitleler baskı
altında, hiçbir şey yapamaz hale getirildikleri için boyun eğmektedirler, zaten
bu düzen de onlara bunu emretmektedir. Yoksa iktidar sarsılır, ezenler
koltuklarından inmek zorunda kalırlar.
Sakatlar da bu sistemin bir parçası
olduğundan, durum onlar için de geçerlidir. Ne ki, kralın çıplak olduğunu
algıladığı halde, bu çıplaklığa tepki göstermek söyle dursun, boyun
eğmeyenleri, “ezilenler edebiyatı” yapmakla suçlayarak, kralın çıplaklığına
–belki de farkında olmadan- geçerlilik kazandırmaktadır. Daha acık bir
anlatımla, kralın çıplak olduğunu algılayan ve kendi haklarını korumak isteyenlerin
bu yaklaşımlarını, ayni grubun kimi üyeleri, ağır eleştirerek, durumu sınıfsal
olarak değerlendiren sakatların bu konudaki derin yaklaşımını, “kendini
acındırma”, “duygu sömürüsü yapma” olarak algılamaktadır. Bu da oldukça,
yüzeysel, dar bir bakış acısını ortaya koyar.
Bu duruma gülünmeli mi, yoksa
ağlanmalı mıdır bunun değerlendirmesini sizlere bırakıyorum. Ancak, tek başıma
da olsam söylüyorum. Evet, kral gerçekten de çırılçıplak!