Özel İnsanlar



Geri Dön

Asırlarca Sürecek Bir Tutkudur İstanbul
Sacit Serim (3 Ağustos 2010 Salı)

"Güneşin tüm ışıkları bırakıp gittiğinde seni, yeni bir ışık bulabilirsin sen istersen...

Işığını kaybetmen nasıl engel olabilir ki, ışık yaymana..."

Her canlı doğar, büyür ve sonu ölümle biten bir yaşam sürdürür. Uygarlıklar için de bu süreç geçerlidir ve bu durum yüzyıllardır sürüp gider. Doğmasına rağmen ölmeyen hatta tam tersine değişimlere rağmen varlığını sürdürenler yalnızca yerleşim yerleridir.

İşte o yerleşim yerlerinden birisi dünyaca tanınan ve tüm insanların ilgi odağı olan şehir "Aziz İSTANBUL'dur."

Evet, yeryüzünde yaşayan herkesin birçok isteği, özlemi vardır ve yaşamını ona göre yönlendirmeye, gerçekleştirmeye çalışır ancak öyle istekler ve özlemler vardır ki;

Hiçbir zaman erişilmez çünkü "TUTKUYA" dönüşmüştür.

İçinde yaşadıkça artan, tutkulardan birisi de yaşanılan şehre karşı duyulandır.

Tarihiyle, kültürüyle, sanatıyla, yaşanılan veya gezilen semtiyle, size verdiği olanaklarıyla ve olanaksızlıklarıyla, herkese göre değişiklik gösteren değerleriyle, size kattıkları ve aldıklarıyla yaşadığınız şehirdir, bu tutkunun sebebi.

Ayrıca bu tutkunun adı eğer "İSTANBUL" ise vay halinize...

"Taşı toprağı altın" denilen ve filmlerde "Anadolu'dan gelenlere saat kulesi satılan "o güzel şehir İSTANBUL" ise vay halinize, dostlar…

Evet, ilk olarak 8-10 yaşlarında ailemle gezmeye geldiğim...

Vapurla Kadıköy'den karşıya geçerken gördüğüm Haydarpaşa garı ve iskelesiyle.

Bir zamanlar babamın okuduğu Haydarpaşa Lisesiyle.

Vapurun arka açığına oturduğumda doyamadan seyrettiğim Sarayburnu'ndan başlayan tarihi ve doğal dokusunun güzelliğiyle hayran olduğum şehirdir, İSTANBUL…

40 yıl öncesinde gördüğüm ve şimdi göremediğim bu şehrin adıdır: İSTANBUL.

Biliyorum ve inanıyorum ki; beni etkilediği gibi yüzyıllardır birçok insanı da etkilemiş ve "tutkusu" haline getirmiştir, içinde yaşamayı…

Oysa ne olurdu ki; hala yaşasaydı "çınarları, erguvanları, laleleri, yaseminleri, hanımelileri, leylakları.

Çengelköy bademleri, çıngıraklı yoğurtçuları, ayakkabı boyacıları, bozacıları, şerbetçileri.

Karşı karşıya veya yan yana gelmeden "merhaba, günaydın, iyi günler, iyi akşamlar, sabah ve akşam şerifleriniz hayır olsun" diyenleri.

Üstadlarıyla, neyzenleriyle, tulumbacıları, küfecileri, vapurlarının düdükleriyle sahildekileri selamlayan kaptanlarıyla.

Gitmeseniz veya gidemeseniz bile orada olduğunu bildiğiniz sinemaları, tiyatroları, gazinoları, gösteri merkezleri ve daha niceleri…

Herkesin sayabileceği nice özellikleri ve olanaklarıyla öyle bir şehirdir ki, İSTANBUL…

Ne terk edebilirsin ne de vazgeçebilirsin çünkü senden önce de vardı ve senden sonra da olacak ancak senin duyduğun özlemi senden sonra yaşayanlar da duyacak "tutku" halinde…

Ne senle ne de senden sonra bitmeyecek bu "İSTANBUL TUTKUSU" çünkü her ne kadar tarihi ve doğal dokusu, değişse bile değişmeyecek tarihi ve kültürel özelliği.

Bizans'tan önce de vardı, Fatih Sultan Mehmet'ten sonra da var insanların içinde "İSTANBUL TUTKUSU".

Kimi gelir, karnını doyurmak için, kimi gelir gezmek için, kimi gelir alış veriş için, kimi gelir artist veya şarkıcı olmak için, kimi gelir okumak için, kimi gelir zengin olmak için ve niceleri gelir, geçer bu şehirden.

Öyle bir şehirdir ki; İSTANBUL kimseye emanet edip gidemezsiniz çünkü herkes için vardır ayrı bir TUTKUSU"

Olsanız da kör, topal kısacası "sakat", sokağa çıktığınızda karşılaşsanız da bin bir zorlukla bırakıp gidemezsiniz bu şehr-i İSTANBUL'u.

Gün gelir, sizi otobüse almayan şoförü verirsiniz mahkemeye ancak yine de vazgeçmezsiniz tekerlekli sandalyenizle sokağa çıkmaktan ve otobüsle seyahat etmekten.

Beyaz bastonunuzla rahatlıkla yürüyebilecek doğru düzgün bir kaldırım bulamadığınız da bile, vazgeçmezsiniz "İSTANBUL'da" yaşamaktan çünkü "İSTANBUL'da" yaşamak isteyen körlerin özlemlerini duyarsınız kulaklarınızda ki şu sözlerle "keşke ben de İSTANBUL'da yaşayabilsem."

Bir gün gelir o da yaşamaya başlar İSTANBUL'da ve o da duyar bir başka arkadaşından bir zaman kendisinin İSTANBUL için söylediği sözleri…

Gün gelir, bir yere giderken ineceğin durağı bilemezsin çünkü yoktur durakların adını söyleyen bir ses otobüste…

Gün gelir, gittiğin bir müzede elinle dokunduğun bir heykel hakkında sesli veya kabartma olarak bir bilgiye erişemezsin…

Gün gelir sinemada seyrederken filmin yoktur sesli betimlemesi ve yanındaki fısır fısır seslendirir göremediğin sahneleri…

Ancak ara olup ışıklar yandığında hissedersin insanların kim bunlar ve neden konuşup duruyorlar diye baktıklarını…

İşte o zaman bilgiye erişememenin verdiği eksikliğin üzüntüsünü duyarsın içinin derinliklerinde…

Bir zamanlar okumak için babamın geldiği bu şehre, gün geldi ben geldim yine okumak için ve çocukken ilk geldiğimde duyduğum o özlem dönüştü gün geçtikçe tutkuya içinde yaşanan her günle birlikte.

Üniversite, arkadaşlık, iş, eş ve gelip geçen günlerle yaşam sürüp gidiyor hiç eksilmeyen bir özlemle.

Gün geliyor, bir adalar gezisi özlemi, gün geliyor bir Sultan Ahmet köftesi özlemi, gün geliyor aklına Dolmabahçe ve Topkapı sarayı, gün geliyor İSTANBUL'un düşman altına girişi ve o günlerde yaşananlar.

Cumhuriyet öncesindeki vezirler, sadrazamlar, sultanlar, padişahlar ve sonrasındaki Cumhuriyet dönemi…

Cenevizli'ler öncesindeki ve sonrasındaki Galata kulesi, Pera Palas, Beyoğlu tüneli, İstiklal caddesi, Atatürk Kültür Merkezi, Taksim Meydanı, Cihangir, Şişli, Emirgan, Sarıyer, Rumeli ve Anadoluhisarı, Kandilli, Çengelköy, Üsküdar, Salacak, Kız kulesi ve daha nice güzellikleri.

Anadolu yakasındaki bir zamanın yazlıkları Süreyya Plajı, Moda plajı, Büyük ve Küçük Çamlıca'ları, Erenköy'ün köşkleriyle, Heybeli, Kınalı ve Yassı adalarıyla.

İstanbul yakasındaki Sultan Ahmet, Ayasofya, Kapalıçarşı, Laleli, Çemberlitaş, Çapa, Cerrahpaşa, Samatya ve Florya'sıyla.

Yüzyıllardır sürüp giden tarih ve kültür ne olursa olsun sonsuza doğru sürekli değişimlerle sürüp giden bir şehir ki "İSTANBUL" her ne olursa olsun hep sürüp gidecek ve insanların "TUTKUSU" olmaya devam edecektir. Çünkü "KÜLTÜR BAŞŞEHRİ" olması özelliğini hiç kaybetmeyecektir, asırlarca çınarları bir bir devrilip gitse bile yeni kök salan çınarlarının büyümesiyle.

Evet, bir zamanlar bu şehirde 93 yıl yaşamış bir çınar vardı, bana hep bu şehrin geçmişini anlatırdı, şimdi de 93 yaşında bir başka çınar var ve yine geçmişini anlatıyor bana.

Ve asırlık çınar olma yolunda ilerleyen ben ve benim gibi küçük çınarlar, bir gün asırlık çınar olarak hep bu güzel şehri yani "İSTANBUL'u" küçük çınarlara anlatmaya devam edecekler…

Aynen, çocukken başucumuzda anlatılan masalların başında olduğu gibi, "evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, bir "İSTANBUL" varmış diye anlatılmaya devam edip gidilecek sonsuza kadar.

Ve üstad Yahya Kemal Beyatlı'nın güftesi, üstad Münir Nurettin Selçuk'un hicaz bestesindeki gibi.

"Sana dün bir tepeden baktım, AZİZ İSTANBUL"

Ve 7 tepen oldukça sana hep tutkuyla bakılacak "AZİZ İSTANBUL"

Geri Dön


İçeriğe geri dön | Ana menuya dön